Wittgenstein’ın felsefesinde dil, dünyayı kavramanın ve ifade etmenin sınırlarını çizer. Bu bağlamda, siyasetin dili de iktidarın sınırlarını belirler. Siyaset, dil oyunları üzerinden işleyen bir mekanizmadır; bir söylem, belirli bir toplumsal bağlamda kendini anlamlı kılar. Wittgenstein'ın dil oyunları teorisi, siyasetin de bir tür dil oyunu olduğunu açık eder: Politik figürler, halkla olan ilişkilerini dil aracılığıyla kurar; her söz, bir iktidar aracı haline gelir ve bu dil, siyasî gerçekliği şekillendirir. Ama sorun, burada anlamın mutlak olmayışı, dilin kendisinin bir manipülasyon aracı olarak kullanılabilecek olmasıdır.
Wittgenstein, "dilin sınırları dünyanın sınırlarını imler" derken, siyasetçinin kullandığı dilin, toplumun neyi göreceğini, neyi anlamlı kabul edeceğini belirlediğini ima eder. Modern siyaset, bu anlamda dilin gücünü sadece temsil etmez, onu gerçekliği biçimlendiren bir mekanizma olarak kullanır. Politik bir söylemin gücü, halkı sayısal bir çoğunluğa indirgeyen, ama onları "tartmayı" unutan bir demokrasi anlayışıyla birleşir. Wittgenstein'ın uyarısı burada şudur: Demokrasi, sadece kelimelerin belirlediği oyunlar içinde oynanan bir iktidar gösterisine dönüşür. Halk ise bu oyunun kurallarını tam anlamıyla bilmeden, dilin şekillendirdiği bir gerçekliğin parçası haline gelir.
Şu halde, Wittgenstein’ın “sessiz olan üzerine konuşulamaz” ilkesi, siyasetin manipülatif doğasını şu şekilde aydınlatır. Politik dil, insanların neyi konuşamayacağını, neyin dilin sınırları dışında kaldığını belirleyerek bir sessizlik yaratır. Bu sessizlik, siyasi oyunların bir parçasıdır: Dilin dışında kalanlar, halkın fark edemeyeceği kadar derin bir manipülasyonun parçasıdır. Bu yüzden demokrasi, yalnızca oy saymakla değil, kimin neyi tartacağını da belirleyen bir dil oyunudur.