Franz Kafka’nın Dönüşüm adlı eseri, insanın yabancılaşma deneyimini en çarpıcı şekilde resmeden metinlerden biridir. Kafka’nın derin felsefî anlatımı, bireyin toplumsal, ailesel ve varoluşsal bağlamda kendine ve çevresine yabancılaşmasını ele alır. Gregor Samsa’nın bir sabah dev bir böceğe dönüşmesi, sadece fiziksel bir deformasyon değil, aynı zamanda insanın özüne yabancılaşmasının metaforik bir tezahürüdür. Bu dönüşüm, modern insanın çelişkilerini ve yalnızlığını anlamak için güçlü bir felsefî çerçeve sunar.
Kafka felsefesi, bireyin anlam arayışını ve bu arayışın bürokratik, toplumsal ve ailevi sistemler tarafından nasıl boğulduğunu gözler önüne serer. Gregor’un böceğe dönüşmesiyle birlikte, Kafka okuru, insanın “öteki”leştirilme sürecine tanıklık eder. Burada böceklik, Gregor’un ailesi ve toplum tarafından faydasız, değersiz ve dışlanabilir bir varlık olarak algılanmasının simgesel ifadesidir. Kafka’nın betimlediği dünya, bireyin sürekli olarak anlam aradığı, ancak bu anlamı bulmak yerine anlamsızlıkla karşılaştığı absürt bir dünyadır. Modern birey, Kafka’nın dünyasında, kendi haklılığını kanıtlama çabası içinde sıkışıp kalmış, bu süreçte ise hem mutluluğunu hem de öz benliğini yitirmiştir.
Onun felsefesini Nietzscheci bir çerçevede ele almak da mümkündür. Nietzsche, hakikatin birey üzerindeki ağırlığını sorgular ve insanın hayatta kalabilmek için “hakikati” estetik bir biçimde aşması gerektiğini savunur. Kafka’nın eserinde ise hakikat, bireyin yalnızca acı ve kayıp yaşadığı bir deneyimdir. Gregor’un trajik dönüşümünde, Nietzscheci anlamda bir üstinsana dönüşme çabası değil, kendi varlığından vazgeçiş görülür. Kafka, insanın hem içsel hem de toplumsal sıkışmışlığını vurgularken, bu hakikat karşısında bireyin nasıl bir yenilgiye uğradığını gösterir.
Dönüşüm, günümüz bireyinin çalışma hayatında, aile yapısında ve toplumsal rollerinde yaşadığı tükenmişlik ve yabancılaşma ile birebir örtüşmektedir. Kapitalist düzenin dayattığı üretkenlik kültürü, bireyin değerini yalnızca işlevselliği üzerinden ölçerken, Kafka’nın Gregor’u gibi birçok insanı görünmez kılar. Özellikle çalışma hayatında birey, ne kadar haklı ve adil olsa da, bu haklılık genellikle yalnızlık ve mutsuzlukla sonuçlanır. İnsanların işlevselliklerini kaybettiklerinde birer Gregor’a dönüşmeleri, çağımızın trajik bir gerçeğidir.
Sonuç olarak, Kafka düşüncesi, bireyin haklılık ve mutluluk arasında sıkışmışlığını, modern dünyanın soğuk yüzüyle yüzleşmesini ve anlam arayışının hüsranla sonuçlanmasını derin bir ironiyle anlatır. Kafka, haklılık ve mutluluk arasındaki bu gerilimi, insanın hiçbir zaman tam anlamıyla mutlu olamayacağını, çünkü hayatın özünde bir “dönüşüm” süreci olduğunu savunarak çarpıcı bir şekilde ifade eder.
"Bu güne kadar hiçbir haklı oluşumdan mutlu olmadım. Çünkü her haklı oluşumun özünde; acı, buruk ve kekremsi bir hüzün hikayem vardı. Çünkü haklı olduğum her konuda, haklı olmayıp, mutlu olmak isterdim. Çünkü mutlu olmak, haklı olmaktan her zaman daha güzeldi." (Kafka)