Modern dünyanın karanlık parıltıları altında Max Horkheimer’ın “Akıl Tutulması”, bir teori değil, bir arıza tespiti olarak okunmalı. Bu arıza, insan aklının kendini bir otomat haline getirmesi, adeta kendi eliyle bir labirent inşa etmesi ve ardından o labirentin içinde kaybolmasıdır. Araçsal akıl, Horkheimer’ın uyardığı gibi, yalnızca faydayı ve işlevselliği önemseyerek insanı bir anlam arayışından kopardı. Ancak bugün geldiğimiz noktada, fayda da bir simülasyon haline geldi; insan artık neyin faydalı olduğunu bile bilmiyor çünkü fayda, algoritmaların ve büyük verinin tahakkümünde yeniden tanımlandı.
Horkheimer’ın çağrısında yankılanan "akıl tutulması," şimdi elimizdeki cihazların parlak ekranlarında kendini gösteriyor. Her gün yüzlerce kararı “bizim yerimize” veren uygulamalar, aklımızı kullanmamız gereken anları elimizden alıyor. Navigasyon uygulaması bir sokağı seçiyor, sosyal medya algoritması bir videoyu öne çıkarıyor, yemek siparişi uygulaması bir restoranı öneriyor. Ve biz, bu pasif akıl tutulmasını, ilerlemenin bir göstergesi sanıyoruz. Oysa Horkheimer’ın eleştirdiği öznel akıl, artık tam anlamıyla bir "akıl yanılsaması" haline geldi. İleri teknolojiyle özgürleşmek yerine, ekranlara zincirlenmiş birer mahkûma dönüştük.
Bugünün "nesnel akıl" arayışı ise, ironik bir şekilde, kayıp bir kıtayı haritada bulmaya çalışmak gibi. Etik, adalet, anlam gibi değerler artık popüler söylemler içinde boğulmuş durumda. Netflix’in bir dizisinde “etik ikilemler” tartışılıyor, sosyal medya aktivizmi “adalet” taleplerini simgelerle temsil ediyor, ancak tüm bu tartışmalar, araçsal aklın tahakkümünden kaçamıyor. Bu değerler, pazarlanabilir birer içerik haline getirilmiş durumda. Nesnel akıl, yani gerçek anlamda özgürlük ve etik arayışı, market raflarındaki organik ürünler gibi sunuluyor:
Tüketmek için var, yaşamak için değil.
Horkheimer’ın öngördüğü araçsal akıl, bugün yalnızca bir zihniyet değil, bir yaşam biçimi haline geldi. İnsanlar birbirlerine “yararlı” oldukları ölçüde değer veriyor, ilişkiler faydacı bir pazarlığa dönüşüyor. Dostluklar, iş bağlantıları; aşk bile bir “yatırım” olarak değerlendiriliyor. Tinder’da bir sağa kaydırış, Horkheimer’ın bahsettiği akıl tutulmasının dijitalleşmiş versiyonu değil de nedir? İnsanlar artık birbirini araçsal rasyonalitenin terimleriyle değerlendiriyor:
"Bana ne kazandırır?"
Peki, bu girdaptan nasıl çıkılır? Horkheimer’ın eserini bir uyarı olarak değil, bir direniş rehberi olarak okumak mümkün. Araçsal aklın tahakkümünden kurtulmanın ilk adımı, onun dayattığı fayda illüzyonunu sorgulamaktır. Özgürlük, yalnızca teknolojiyi reddetmekle değil, onun bizi insan olmaktan alıkoyduğu noktaları fark etmekle başlar. Belki de akıl tutulmasından kurtulmak, "yavaşlamak" ile mümkün. Bir düşünceyi aceleyle değil, sabırla izlemek; bir insanı faydasıyla değil, varoluşuyla görmek; bir anı, onun bize “kazandıracağı” şeyle değil, kendisiyle anlamlandırmak.
Horkheimer’ın Akıl Tutulması, modern bireyin elindeki aynayı kırmasını önerir. Bu kırılan aynanın parçalarına baktığımızda, belki kendi yüzümüzü değil, artık görmekten kaçındığımız gerçek anlam arayışını göreceğiz. Ve işte o zaman, akıl tutulması sona erecek. Ama bunu gerçekleştirmek için önce sormamız gereken şu: Bu labirenti biz inşa ettiysek, çıkışı bulmak için de cesaretimiz var mı?