John Steinbeck’in Gazap Üzümleri, Amerikan edebiyatının unutulmaz bir başyapıtı olduğu kadar, ekonomik adaletsizliğin köklerine inilerek yazılmış bir sistem eleştirisidir. Toprağın, emeğin ve insan onurunun kapitalist düzen tarafından ne denli kolayca öğütüldüğünü anlatan bu roman, Karl Marx’ın felsefesini edebi bir düzlemde yeniden canlandırır. Steinbeck’in kalemiyle çizilen sahneler, Marx’ın üretim araçlarının mülkiyeti, sınıfsal çatışma ve emeğin sömürüsü gibi kavramlarının ete kemiğe bürünmüş hali gibidir. Büyük Buhran’ın karanlığında yankılanan bu hikâye, tarihin belirli bir noktasını aydınlatmakla kalmaz; aynı zamanda kapitalist düzenin evrensel çelişkilerini gözler önüne serer.
Steinbeck, Amerikan rüyasının kıraç yüzünü ifşa eder. Joad ailesi, Oklahoma’daki topraklarından sürülerek bir belirsizliğe doğru itilir. Burada ekonomik bir çöküşün ötesinde, yaşamın anlamını yitirmek söz konusudur. Toprak, Joadlar için bir geçim kaynağı olmanın yanı sıra, kimliklerinin ve varoluşlarının bir parçasıdır. Bankalar, toprağı bir mülk, rakamlarla ifade edilen bir değer olarak görür. Bu mekanik yaklaşım, insan emeğini ve onurunu hiçe sayar. Marx’ın "üretim araçlarını kontrol edenler toplumu kontrol eder" ifadesi, bu sahnelerde can bulur. Toprak sahiplerinin ellerindeki güç, Joadların yaşamını olduğu kadar hayallerini de biçimlendirir.
Marx, kapitalizmi insanın kendisine yabancılaştığı bir sistem olarak tanımlar. İnsan, ürettiği üründen, üretim sürecinden, diğer insanlardan ve kendi doğasından uzaklaşır. Steinbeck’in romanı, bu yabancılaşmayı her yönüyle hissettirir. Joadlar, topraktan koparıldıklarında, fiziksel bir bağ kadar, kendileriyle kurdukları anlamlı bir ilişkiyi de kaybeder. Kaliforniya’ya doğru yaptıkları zorlu yolculuk, onları ekonomik bir kaosun ortasına taşır. Bu süreçte, aynı kaderi paylaşan yüzlerce aileyle karşılaşırlar. Tesadüfi buluşmalar, bireysel mücadelenin ötesine geçerek toplumsal bir bilinç doğurur. Marx’ın "sınıf bilinci" dediği şey tam olarak burada şekillenir. İnsanlar, yalnız olmadıklarını, sistematik bir haksızlığın parçası olduklarını fark eder.
Romanın başlığındaki "gazap üzümleri," hem doğanın bereketine hem de kapitalist sistemin yarattığı çelişkilere işaret eder. Kaliforniya’nın bereketli topraklarında yetişen üzümler, görünüşte refahın simgesidir. Ancak bu bereket, emekçilerin alın terinden çalınarak bir avuç sermaye sahibinin kâr hanesine yazılır. Steinbeck, bol ürünle dolu tarlaların yanı başında açlık çeken işçileri tasvir ederek kapitalizmin acımasız ironisini gözler önüne serer. Marx’ın artı değer kavramı burada romanın dokusuna nüfuz eder. Üzümler, üretimden doğan zenginliği simgelerken, bu zenginlikten dışlanan emekçilerin büyüyen öfkesine de işaret eder. Bu öfke, bireysel bir duygunun ötesine geçerek bir sınıfın ayaklanma potansiyeline dönüşür.
Steinbeck, bireysel hikâyelerin ardında toplumsal bir panorama çizer. Joad ailesinin zorlukları, daha geniş bir sınıf mücadelesinin parçasıdır. Roman, bireylerin kendi çabalarıyla bir kurtuluş yolu bulamayacağını, bunun ancak kolektif bir dayanışmayla mümkün olabileceğini söyler. Tom Joad’un "İnsanların olduğu her yerde olacağım" sözleri, bireysel varoluşun sınırlarının aşılabileceğini ve insanlığın ortak bir direniş alanında buluşabileceğini ima eder. Bu sözler, Marx’ın işçi sınıfının evrenselliğine yaptığı vurgunun edebi bir yankısıdır.
Steinbeck’in romanı, kapitalizmin yalnızca ekonomik bir sistem olmadığını, aynı zamanda insani bağları çözerek bireyleri yalnızlaştıran bir mekanizma olduğunu hatırlatır. Kaliforniya’nın verimli toprakları ve Joad ailesinin sefaletle yoğrulmuş mücadelesi, kapitalist düzenin nasıl işlediğini çarpıcı bir şekilde resmeder. Bugün, neoliberal politikaların egemen olduğu dünyada bu hikâye hâlâ tazeliğini koruyor. Gig ekonomisi çalışanları, düşük ücretli işçiler ve göçmen emeği, modern dünyanın Joad aileleri olarak karşımıza çıkıyor.
Marx, kapitalizmin kendi içinde taşıdığı çelişkilerin bir gün onu çökerteceğini savunmuştu. Gazap Üzümleri, bu çelişkilerin bir portresi olarak, hem geçmişi hem de geleceği anlatır. Steinbeck, bireylerin hikâyeleri üzerinden evrensel bir adalet arayışını şekillendirir. Roman, bir dönemin tanıklığı olmanın ötesinde, insan emeğinin değersizleştirildiği her düzene karşı bir uyarıdır. Bugün, ekonomik eşitsizlikler derinleşirken ve emek, teknolojinin gölgesinde daha da görünmez hale gelirken, Steinbeck’in romanı ve Marx’ın fikirleri, toplumsal adalet arayışının vazgeçilmez rehberleri olarak yanımızda durmaya devam ediyor.