Agnostisizm, insanın bilgiye ulaşma kapasitesinin sınırlı olduğuna ve özellikle metafiziksel konularda nihai bir bilgiye ulaşılamayacağına inanan bir felsefi duruştur. Bu duruş, Tanrı’nın varlığı veya yokluğu gibi büyük sorulara dair kesin bir yargıya varmaktan kaçınır ve bu bilinemezliği entelektüel bir tevazu ile kabul eder. Agnostisizmin temelinde, bilginin doğasına dair derin bir sorgulama ve bu sorgulamanın sınırlarını kabul etme cesareti yatar.
Agnostisizmin kökeni, özellikle 19. yüzyılda Thomas Huxley tarafından savunulmuş ve geliştirilmiştir. Huxley, "Agnostik olmak, insan zekâsının kavrayamayacağı şeyler hakkında iddialarda bulunmaktan kaçınmaktır," diyerek agnostik duruşun temelini oluşturmuştur. Huxley için agnostisizm, bilginin sınırlarını tanıyan ve bu sınırların ötesinde iddialarda bulunmaktan kaçınan bir tutumdur. Bu tutum, derin bir entelektüel sorgulama ve bilinemezliğin kabulü ile karakterizedir.
Bertrand Russell ise agnostisizmi, dogmatizmin karşısında duran bir felsefi pozisyon olarak görmüştür. Russell, "Tanrı'nın varlığına dair kanıtların yetersiz olduğu ve bu yüzden bir yargıda bulunmaktan kaçınmanın en makul tavır olduğu" şeklinde bir anlayışla, agnostisizmin bilginin doğasına dair bir alçakgönüllülüğü ve belirsizlik içinde kalmanın getirdiği bir entelektüel dürüstlüğü temsil ettiğini savunmuştur. Russell, bu duruşun sadece bir bilgi eksikliği olmadığını, aksine bu bilinemezliği kabul etmenin felsefi bir erdem olduğunu vurgulamıştır.
Ancak çağdaş dünyada, agnostisizm bu derin felsefi temellerinden sapmış ve yüzeysel bir entelektüel sığınak haline gelmiştir. Bugün karşımıza çıkan şey, bir tür "İkinci El Agnostisizm" olarak adlandırılabilecek bir olgudur. Bu ikinci el agnostisizm, gerçek bir entelektüel arayıştan ziyade, belirsizliğe ve bilinmezliğe sığınmak için kullanılan yüzeysel bir duruştur. Orijinal agnostisizmin derin felsefi ve entelektüel temelleri, günümüzün bu versiyonunda büyük ölçüde kaybolmuştur. Bunun yerine, ikinci el agnostisizm, bilginin sınırlarını kabul etmekten çok, bu sınırların arkasına saklanarak entelektüel bir konfor alanı yaratma eğilimi göstermektedir. Bu, gerçekte bir entelektüel kaçış ve cesaretsizliktir.
David Hume’un eserlerinde dile getirdiği agnostik şüphecilik, çağdaş ikinci el agnostisizmle keskin bir tezat oluşturur. Hume, insan aklının sınırlarını kabul ederken, bu sınırların ötesine geçme çabasını hiçbir zaman terk etmemiştir. Hume’un agnostisizmi, bilgiye ulaşmanın sınırlarını kabul eden, ancak bu sınırların ötesinde sürekli bir arayış içinde olan bir tutumu temsil eder. Ancak günümüzün ikinci el agnostikleri, bu arayıştan tamamen vazgeçmiş, bilginin imkansızlığına sığınarak entelektüel bir tembelliği tercih etmişlerdir.
Bu bağlamda, ikinci el agnostisizm, bilginin peşinde koşmanın zorluğundan ve sorumluluğundan kaçmak için kullanılan bir tür sofistike retoriğe dönüşmüştür. Sofistler, doğruyu bulmak yerine, retorik üstünlük sağlamak için çaba gösterirlerdi. Bugünün ikinci el agnostikleri de benzer bir şekilde, belirsizlik içinde kalmanın rahatlığını entelektüel bir üstünlük gibi gösterme eğilimindedirler. Ancak bu, aslında bir entelektüel tembellik ve cesaretsizliktir. Gerçek bilgi arayışından kaçan bu tavır, agnostisizmin özündeki entelektüel dürüstlüğü ve derinliği kaybettirir.
Agnostisizm, bilginin sınırlarını kabul eden, ancak bu sınırların ötesinde anlam arayışını sürdüren bir duruştur. Ancak ikinci el agnostisizm, bu anlam arayışını terk etmiş, belirsizliğin kolaycılığına sığınan bir teolojik sofizm olarak ortaya çıkmıştır. Bu tür bir agnostisizm, felsefi olarak ciddi bir eleştiriyi hak eder; çünkü bu tavır, entelektüel anlamda eksik ve yüzeysel bir duruş olarak kalmaktadır.
Ezcümle, agnostisizm, bilgiye ulaşmanın zorluğunu ve bilginin sınırlarını kabul eden bir entelektüel dürüstlükten doğar. Ancak günümüzün ikinci el agnostisizmi, bu dürüstlükten uzaklaşmış, yüzeysel bir teolojik sofizme evrilmiştir. Bu yüzden, bu tür agnostikler, bilgiye ulaşma sorumluluğundan kaçan bir tavırla, entelektüel tembellik içinde değerlendirilmelidir. Gerçek agnostisizm, bilginin sınırlarını kabul ederken, bu sınırların ötesinde anlamlı bir sorgulamayı sürdürme cesaretini gösterir. İkinci el agnostisizm ise, bu cesareti ve derinliği yitirmiş, yalnızca yüzeyde kalan bir entelektüel sığınak haline gelmiştir.