Leibniz’in şu sözleri, insanın özgür iradesi ile Tanrı’nın mutlak iyiliği arasında derin bir çatışmayı gözler önüne serer: “Tanrı günah işleyen bir Adem yaratmadı. Günah işleyecek bir Adem yaratmış değil. Adem’i yarattı ama Adem’in içinde günah işleyeceği bir dünyayı da yarattı.” Bu ifade, basit bir teodise tartışmasından çok daha fazlasını içerir; insan varoluşunun ve ahlaki seçimlerin en temel metafiziksel sorularına bir pencere açar. Tanrı, insanı ahlaki bir varlık olarak yaratmış, ancak bu ahlak, irade özgürlüğüyle şekillenmiştir. İyiliğin gerçek anlamda bir değer taşıması, seçim imkânının olmasıyla mümkündür.
Eğer Tanrı, kötülüğün hiç olmadığı bir dünya yaratmış olsaydı, özgürlük de anlamını yitirirdi. Öyle ki, iyilik sadece kötülüğün mümkün olduğu bir dünyada gerçek anlamına kavuşabilir. Bu noktada, Leibniz’in sözleri üzerinde düşünmek, Tanrı’nın insan üzerindeki tasarrufunu daha derin bir kavrayışla sorgulamamıza neden olur: Adem günah işlemek zorunda değildi, ama bu potansiyel onun varoluşunun bir parçasıydı. Bu potansiyel, insanın ahlaki bir varlık olmasını sağlayan şeydir. Tanrı’nın bu dünyayı yaratma tercihi, zorunlu bir iyiliğin ötesinde, özgürlüğün değerini öne çıkarır.
Leibniz’e göre Tanrı, yaratabileceği sonsuz sayıda dünyadan en iyisini seçmiştir. Ancak bu “en iyi” dünya, kötülüğü dışlamaz. Çünkü kötülüğün varlığı, özgürlüğün anlamı için gereklidir. Tanrı’nın mutlak iyiliği, insanın özgürlüğüne alan açan bir iyiliktir. Bu özgürlük, Adem’in içinde günah işleyebileceği bir dünyada vücut bulur. Yani, Tanrı’nın bilgisi ve kudreti, insanın iradesini ortadan kaldırmaz, bilakis ona gerçek anlamda seçim yapma imkânı sunar.
Peki, Tanrı her şeyi biliyorsa, Adem’in günah işleyeceğini de biliyor muydu? Leibniz’in cevabı açıktır: Tanrı, Adem’in içinde bulunduğu koşullarda ne yapacağını biliyordu; ancak bu bilgi, Adem’in özgürlüğünü ortadan kaldıran bir bilgi değildir. Tanrı’nın bilgisi, insanın seçimlerini belirleyen bir güç değil, o seçimlerin gerçekleşebileceği koşulları sağlayan bir bilgidir. Bu bilgi, Adem’in günah işlemesini zorunlu kılmadı, sadece bu olasılığı barındıran bir dünya yarattı.
Leibniz’in savunduğu bu sistemde, kötülük, insanın ahlaki özgürlüğünün bir yan ürünüdür. Kötülüğün olmaması, iyiliğin de mekanik bir şekilde var olduğu bir dünya yaratmak anlamına gelir ki bu durumda, ahlaki eylemlerin anlamı tamamen ortadan kalkardı. Oysa Leibniz, özgürlüğün bu denli merkezi bir değer olduğunu vurgulayarak, kötülüğün varlığını kaçınılmaz ama ahlaki özgürlüğün bir parçası olarak kabul eder. Adem, günah işleme zorunluluğuyla değil, potansiyeliyle yaratılmıştır. Bu potansiyel, onun ahlaki bir varlık olarak değerini ortaya koyar.
Leibniz’in felsefesine göre, Tanrı yalnızca Adem’i değil, özgürlükle yoğrulmuş bir dünyayı da yaratmıştır. Bu dünya, iyiliğin özgür iradeyle seçildiği bir dünya olduğu için “en iyi dünya” olarak kabul edilir. Ancak burada özgürlük ve sorumluluk arasında da ince bir denge vardır: Tanrı, insanın ahlaki seçim yapabilmesi için kötülüğün mümkün olduğu bir dünya yaratmıştır; ancak bu kötülük, insanın seçimlerinden kaynaklanır. Tanrı’nın iyiliği ve kudreti, insanın iradesini ortadan kaldırmayan, aksine ona gerçek bir değer katan bir yaratılış düzenidir.
Leibniz’in teodisesi, Tanrı’nın mutlak iyiliğini ve insanın özgür iradesini uyumlu hale getirir. Tanrı, insanı irade sahibi bir varlık olarak yaratmış ve ona seçim yapabilme özgürlüğü tanımıştır. Bu özgürlük, ahlaki sorumluluğun temelidir. Tanrı’nın bilgisi, insanın özgürlüğünü sınırlamaz; bilakis özgürlüğün değerini artırır. Böylece, Tanrı yalnızca Adem’i yaratmadı; aynı zamanda Adem’in günah işleyebileceği bir dünya da yarattı. Bu dünya, özgür iradenin ve ahlaki seçimlerin anlam kazandığı, gerçek iyiliğin özgürce seçilebildiği bir dünyadır.