Tarih boyunca mitolojilerde, dinlerde ve edebiyat eserlerinde insanın yalnızlıkla mücadelesi hep var olmuştur. Bu evrensel tema, topluluklar içinde yaşayan bireyin içsel boşluğunu, derin duygusal açlığını ve anlam arayışını yansıtır. Erich Fromm’un “Yalnızlık aşktan ve yabancılıktan doğar” sözü, bu kadim anlatıların modern bir yorumudur ve insanın varoluşsal krizine dair güçlü bir analiz sunar.
Fromm, aşkın insanı yalnızlığa sürükleyen bir yanı olduğuna da işaret eder. Aşk, idealize edildiğinde, kişiyi kendi özünden uzaklaştırabilir ve derin bir yabancılaşmaya yol açabilir. İnsan, sevgiyle anlam bulmak ve bağ kurmak isterken, aşkın sahip olma arzusu ve beklentileri, bireyin kendi kimliğini yitirmesine neden olabilir. Bu durumda, aşk, insanı yalnızca bir başkasına bağlamakla kalmaz, aynı zamanda kendi benliğinden de uzaklaştırabilir.
Modern dünyanın karmaşık sosyal yapısı, bu yalnızlık ve yabancılaşma duygularını daha da derinleştirir. Teknolojinin ilerlemesi, bireyselleşmenin artması ve yüzeysel sosyal ilişkilerin çoğalması, insanları giderek daha fazla izole ediyor. Sosyal medya, görünüşte bağları güçlendirirken, gerçekte yüzeysel ve doyurucu olmayan bağlantılar sunar. İnsanlar, dijital etkileşimlerin ötesinde derin ve anlamlı ilişkiler kurma ihtiyacını karşılayamadıklarında, içsel bir boşluk ve yalnızlık hissiyle yüzleşirler. Bu yüzeysellik, bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle olan bağını zayıflatır.
Fromm’un bu yaklaşımı, yalnızlığın kökenine dair çarpıcı bir içgörü sunar. Sevgi, bireyin kendini gerçekleştirme sürecinde merkezi bir rol oynar. Ancak sevgi, derin bir bağdan ziyade sahip olma ve kontrol arzusuna dönüşürse, birey yabancılaşır. Aşkın bu yanı, bireyi hem kendine hem de topluma karşı yabancılaştırır. Sevgi dolu ve anlamlı ilişkiler kurmak, bireyin hem kendini hem de başkalarını anlama ve kabul etme sürecinde hayati öneme sahiptir. Bu bağlar, bireyin toplumsal aidiyetini güçlendirir ve yalnızlık hissini azaltır.
Yabancılaşma, modern insanın duygusal krizinin merkezinde yer alır. Birey, kendini toplumun bir parçası olarak hissetmediğinde, yabancılaşma ve yalnızlık kaçınılmaz hale gelir. Fromm, bu durumu, bireyin toplumsal rollerine yabancılaşması ve bu rollerin ötesinde kendini gerçekleştirememe durumu olarak tanımlar. İnsan, kendine ve çevresine yabancılaştıkça, yalnızlık hissi derinleşir.
Fromm’un "Sevme Sanatı" kitabında sevgi, bilgi, sorumluluk, saygı ve bağlılığa dayalı olarak tanımlanır. Sevgi bir sanattır ve öğrenilmesi gereken bir beceridir. Aşk, insanı hem özgürleştiren hem de yabancılaştıran bir güçtür. Gerçek sevgi, bireyin kendini ve başkalarını derinlemesine anlamasıyla mümkündür.
Özetle, tarihin her döneminde, mitolojilerden kutsal metinlere, edebiyat eserlerinden felsefî düşüncelere kadar insanın yalnızlıkla mücadelesi hep anlatılagelmiştir. Fromm’un “Yalnızlık aşktan ve yabancılıktan doğar” sözü, bu kadim temayı modern bir perspektifle ele alır ve günümüz insanının duygusal ve sosyal krizine dair derin bir anlayış sunar. Sevgi dolu ilişkiler kurmak, insanın yalnızlıktan kurtulması ve kendini gerçekleştirmesi için vazgeçilmezdir. Ancak sevginin yabancılaştırıcı etkisinden kaçınmak, bireyin hem kendine hem de topluma yabancılaşmasını önlemek, modern dünyada derin ve anlamlı ilişkilerin önemini bir kez daha hatırlatır. Fromm’un bu yaklaşımı, hızla değişen ve karmaşıklaşan dünyamızda, derin ve anlamlı ilişkilerin ve içsel bütünlüğün önemini bir kez daha gözler önüne sermektedir.