“Karanlık köşelerde canlı kandiller yaktım ve daha iyi aydınlatmaları için onlara yağ takviyesi yaptım.” diye seslendi Johan Wilhelm Snellman. Amacı ülkesinin geleceğe umutla bakmasını sağlamak ve bunun için toplumu aydınlanmaktı. Ülke geleceğinin ancak ve ancak insanların aydınlanmasına bağlı olduğunu düşünüyordu. Ona göre halk ağır, tehlikeli adına da dinsizlik denilen manevi bir hastalığa yakalanmıştı. Din kavramına kendince yeni bir tanım getirdi. “İnsanların diğer insanlarla, dünyayla ve tarladaki ürünlerle bağlantıda olduğu duygu” diyordu din için. “Eğer din ile insanlar arasında böyle bir bağlantı yoksa devlet ve toplum dolasıyla aile asla varlığını sürdüremez” fikrini ortaya atarak kitlelerin dine karşı ilgisiz olmasını eleştirdi. Dine ilgisizliğin kontrol edilmezse çok tehlikeli olabileceğini anlatıp halk, din ve devlet arasında bağlantı kurmaya çalıştı. Gençleri ciddiyete davet ederek ciddiyetten uzaklaşan gençliğin manevi fakirlik ve hastalıklı ruh halinde olacağını ve bunun da dinsizliği getirebileceğini savunuyordu. Neden dine bu kadar önem vermiş olabilir? Çünkü o dinsiz bir insanın hayvani duygularının esiri olacağını, maneviyatsızlık, ahlaksızlık, kaba egoizm, hırsızlık ve had safhaya varan duygusal çöküntü halinde olabileceğini düşünüyordu.
Rus yönetimi altına girmek zorunda kalmış devletinin memurlarına seslenerek onları adaletsizliğin öğretilmesinde başöğretmen olarak işaret etti. “Yasaların bekçisi” diyordu onlara. Halka yasalara uymayı öğretecek olan da devletin memurlarıydı…
Cahil ve okuma/yazma bilmeyen halkın eğitiminde askeri kışlaların ektin rol almaları gerektiğini söyleyerek üniformalı generallere yol göstermişti.
Kanlı biten Avrupa savaşına dikkat çekip Napolyon’u yenen İngilizlere ve İngilizlerce icat edilen futbol topuna olan ilginin üstünde durdu. Gençler arasında her geçen gün futbola olan ilginin arttığını söylüyordu. Bu ilgi onu endişelendirmişti. Çünkü futbola yönelen gençler eğitim ve kültürü gereksiz görebilirdi. Eğitime önem verilmemesi demek eğitimsiz genç nesillerin oluşması demekti ve o bunu çok iyi biliyordu. Futbola ilginin eğitimsizliğin dolayısıyla bilinçsizliğin önünü açabilirdi. Genç nesillere seslendi: “Diğer gelişmiş ülkeleri futbolla değil akılla yenin, Almanları, Fransızları ve İngilizleri beyniniz, kalbiniz ve iradenizle, bilim, ustalık, ticaret, zanaat, adil hukuk düzeni gibi alanlarda, ülke refahının arttırılması için halkın verdiği mücadelede yenin.” Dedi.
Kendi ülkelerinde, kendi topraklarında iş kurabileceklerinin, hayatlarını rahat bir şekilde sürdürebileceklerinin devlet adına garantisini verip sermayedar zenginlere yol yordam gösterdi. Değişim ve gelişim için ülke insanının kendilerine ihtiyacı olduğunu söyleyip, sermayenin sihirli ellerine, ileri görüşüne, büyük yürekli insanına ve yorulmadan çalışan kültür emekçisine ihtiyaç duyduğunun mesajını vermişti.
Köylüye devlet eliyle yapılan haksızlığı anlattı. Ziraat, hayvancılık, tuğla yapımı, kâğıt ve kumaş üretimi gibi üretim alanlarında gelişmeye önem verilmesine rağmen bu alanlarda çalışan insanların insani koşullarının iyileştirilmemesini eleştirdi. Köylünün eğitimsiz bırakılmasından sermayenin faydalandığını bunu da devlet eliyle yaptığını söylemekten hiç çekinmemişti. Adeta işçi ve sermayeyi barıştırmanın yolunu gösteriyordu. Sanki karanlık köşelerde kalarak umudunu yitiren işçiye, köylüye, sermayedara, askere, memura yani tüm halkına canlı kandiller yakmıştı Johan Wilhelm Snellman.
GrigoryPetrov'un kaleme aldığı ‘Beyaz Zambaklar Ülkesinde’ isimli eserinden ve eserin başkarakteri olan Johan Wilhelm Snellman’dan bahsediyorum. 1800'lerin sonuna gittik az önce. Petrov’un Fin halkının içinde bulunduğu perişan durumu anlattığı ve halkın içinde bulunduğu cehalet ortamından kurtulabilmesinin yolunu arayan Johan Vilhelm Snellman başta olmak üzere ülkedeki bir avuç aydının verdiği olağanüstü mücadelenin kesitleriydi yazdıklarım. Yazıldığı günden bugüne seksen küsur sene geçmiş olmasına rağmen halen yol gösterici olma özelliğini taşıyan kitap aslında Mustafa Kemal’e ilham olmuştu biliyor musunuz? Okulların ama özellikle askeri okulların müfredatına konulmasını emretmişti bu kitabı. Çünkü büyük lidere göre Türk Milleti ve milletin bekçisi Türk askeri ülkelerindeki "yaşamı yenilemek" istiyorsa mutlaka bu kitabı okumalıydı.
Birazda kitaptan ve yazarından bahsedeyim.
KitapGrigorySpiridonoviçPetrov isimli, 20. yüzyılda Rusya da yaşamış bir papaz tarafından kaleme alınmıştır. 1908 yılında Kilise yönetimini ağır bir şekilde eleştirince aforoz edilen Petrov’un Ekim Devrimi hayatının dönüm noktası olacaktır. Devrim sonunda ülkesinden kaçmak zorunda kalır. Fakat yazarlığı bırakmaz. Gezdiği yerler arasında en çok Finlandiya’dan etkilendiği için o bölgede bulunduğu sırada aldığı notlar üzerine yazmıştır kitabı. Yıllar sonra amacını; ‘Rus hâkimiyetinde bulunan çorak Fin topraklarında ezilen halka ekonomik, siyasi, eğitim ve askeri alanda bağımsızlığını nasıl kazanacağını ve kazandıktan sonra da kültürünü nasıl medeni ülkeler seviyesine çıkartacağının yolunu göstermek’ olarak açıklayacaktır. Petrov sanki amacına ulaşmış gibi ne dersiniz? Yeniden doğan Fin kültürü, dili, ekonomisi ve eğitimi şu an dünya markası haline gelmiş halde. Ünlü bir atasözünü hatırladım şimdi. “Yeni toplumlar, kendileriyle birlikte yeni şarkılar getirir.” Finlandiya yeni şarkısıyla gelmiş ve sık sık rol model olarak önümüze serilmektedir. Hani diyoruz ya; “Neden Finlandiya gibi bir eğitim sistemimiz yok?” diye. Yeni bir şarkımızın olmayışı olabilir mi?
Tüm Türk gençlerinin okuması temennisiyle herkese iyi bayramlar diyorum.